Lefkoşa (Rumca adı ile Nicosia) her anlamda ‘ilginç’ bir şehir. Dünya üzerinden bir yarısı bir ülkeye aitken, topraklarının diğer yarısı başka bir ülkede olan başka bir başkent daha yok, biliyor muydunuz?
Lefkoşa’nın Kıbrıs Adası’nın tam ortasında kalan bir şehir olup, denize kıyısı olmaması sebebiyle Kuzey Kıbrıs’ı ziyaret edenler tarafından çok beğenilip, pek hayran kalınmamasına ben şaşıyorum. Evet, Girne ya da (Gazi) Magusa kadar sevimli gelmeyebilir, çoğu kişi burayı ”hiçbir şey yok işte, inanılmaz sıkıcı bir şehirdir” olarak nitelendirebilir, fakat ben öyle olduğunu düşünmüyor. Çünkü nereden baksanız 4500 yıllık bir tarihe sahip, pek çok medeniyeti ağırlamış, bunların izlerini pek mükemmel korunmasa da hala yaşatan bir şehir.
Biraz kirli-bakımsız oluşu, sokaklarınınsa pek neşeli görünmeyip insana ”nerede bu insanlar, kimse yaşamıyor mu” diye sorgulatan sessizliği (meğersem öğlene kadar uyuyorlarmış) ile evet ilk bakışta pek harika görünmeyecektir. Fakat fotoğraf çekmeyi seviyorsanız, inanılmaz sokaklara sahip…

Lefkoşa’da neden binlerce fotoğraf çekebilirizin tipik bir örneği
İtiraf etmek gerekirse, pek bakımsız bulduğum için Lefkoşa ilk bakışta benim de pek hoşuma gitmemişti yine de şehirden ayrılırken sokaklarının beni kendine oldukça ısındırdırdığını söyleyebilirim. Özellikle de, çektiğim fotoğrafları karıştırırken farkettim ki, Lefkoşa görmeyi bilmeyenler için sıkıcı bir şehir. Sokaklar fotoğraf çekmeyi sevenler için ise açık hava müzesi gibi adeta.
Lefkoşa’yı gezmeye nereden başlamalı?
Lefkoşa büyük bir şehir aslında. Fakat gezeceğiniz yerler ‘Surlariçi’ denilen bir bölgede. Bunu tıpkı Avrupa’da turistik yerlerin, eski şehir kısmında kalması yani bir ‘old town’da toplanması gibi düşünebilirsiniz. Bu nedenle, görsel anlamda güzel kareler sunan, farklılık yaratan yerler oldukça küçük bir alanda ve ‘Surlariçi’ denilen bölgenin içinde kalıyor.
Surlariçi’nin dışında kalan turistik sayılabilecek, çok az sayıda yer var. Örneğin: Kızılbaş Kilisesi, Özel Etnografya Müzesi, Yenişehir Cami…

Lefkoşa’da yer alan özel Etnografya Müzesi
Surlariçi’nin dışında kalan özel Etnografya Müzesi bir müzeden ziyade çiftlik evi gibi, salaş bir yer. Sahipleri okur da kızarsa alınmasın fakat sanki kapalı olduğu saatler açık saatlerden daha fazla ve girişteki kümes hayvanları müzeden ziyade hayvanat bahçesine girdiğinizi düşündürüyor. Yine eski bir Rum Kilisesi olan Kızılbaş, bir kilise olarak değil de Gençlik Merkezi tarafından kullanılıyor ve kiliseye ait görüp göreceğiniz aşağıdakinden daha fazlası değil.

Lefkoşa’daki Kızılbaş Kilisesi
Çarpık yapılaşma vs gibi nedenlerle de birleşince Surlariçi’nin dışında kalan yerlerin müthiş cazip olduğunu pek iddia edemem. Bu yazının büyük çoğunluğu olan geri kalanında, Surlariçi Bölgesi’ne odaklandım o nedenle ben de.
Surlariçi Bölgesi’nde Nereleri, Nasıl Gezmeli?
Hemen nasıl gezeceğiniz konusunda bir tavsiyede bulunayım ve onun üzerinden gidelim:
Lefkoşayı gezmeye Girne Kapısı’nı referans alarak başlayın. Çünkü, eskiden şehre girmekte kullanılan üç kapıdan biri de Girne Kapısı ve günümüzde turizm ofisi burada. Ücretsiz haritalara, broşürlere ulaşmak isterseniz buradan temin edebilirsiniz. Ben örneğin, çok nadir yön bulmak için cep telefonumu kullanırım bir yere gittiğimde, önce harita edinmeye bakarım bir şehirde ve genelde de hep elimde kağıttan haritalarla gezerim orayı. Öyle bir zevkim var işte (hemen öf o ne ya öyle diyenlerin olduğunu biliyorum fakat yalnız olmadığıma da eminim, üstelik çok büyük bir kitlenin böyle bir zevki var, hemen insanın hevesini şey etmeyin yani.)

Surlar içi bölgesine, kuzeyden girilen, ana kapıi: Girne Kapısı
Daha sonra isterseniz, yerde göreceğiniz mavi çizgiyi takip ederek tarihi yerleri dolaşabilirsiniz, dilerseniz benim önerdiğim şekilde. Turizm ofisindeki görevli muhtemelen”Saray Oteli dönünce sağa dön” diye, gün içerisinde en çok kullandığını düşündüğüm cümleyi size de kuracaktır. Ama bence öyle bir şey yapmayın, çünkü dümdüz gidip Mevlevi Müzesi’ne ulaştığınızda yolun karşı tarafına geçerseniz, Samanbahçe Evleri’ni görebileceksiniz ve burayı atlamayın.

Lefkoşa Mevlevi Müzesi
Samanbahçe Evleri bitişik, dipdibe yapılmış beyaz evler oluyor ve aslında 19. yy’da şehirdeki nüfus artışı sebebiyle yapılmış toplu konutlar. Fakat bu mavi kapılı/pencereli beyaz evler nedendir bilmiyorum çok sevimli ve görülesi. Kapı önlerindeki çiçeklerden midir nedir tam olarak sebebini kestiremesem de bu sevimliliğin, bende ”aa burdaymış ya yaa Kıbrıs Ahalisi” sevincini de yaratmıştı. Lefkoşa sokaklarının genelindeki kaostan kurtulmak için ziyaret edilmeli bence.

Lefkoşa’daki Samanbahçe Evleri
Mevlevi Müzesi’nin bulunduğu cadde üzerinden dümdüz devam ettiğinizde zaten gezilecek yerlerin arasında sık sık bahsedilen pek çok yapıya rastlayacaksınız. Sağa devam ederseniz birazdan detaylı anlatacağım Arabahmet Bölgesine, sola giderseniz ise Lokmacı Sınır Kapısı ve çevresinde renkli sokaklara, yine detayını aşağıda verdiğim cami/kilise gibi yapılara ve yemek filan yiyebileceğiniz/canlılık belirtisi gösteren yerlere ulaşacaksınız.
Şimdi, şehrin görülecek yerlerini üç ana kısıma ayrırarak detaylandırıyorum.
1- Atatürk (Sarayönü) Meydanı ve Etrafı
Bu meydan Osmanlı zamanında askeri törenlerin yapıldığı bir meydan. Etrafta ise 16. yy.’da Venedikliler’den kalma, granit taşından bir sütun (Venedik Sütunu), Osmanlılar’dan sonra adaya hakim olan İngilizler’in 20.yy’da kullandığı, günümüzde adalet sarayı olarak kullanılan mahkeme ile Osmanlı Dönemi’ne ait bir de çeşme var.

Lefkoşa’daki Venedik Dönemi’ne ait sütün
Benim tavsiyem ise ayrıca mahkemenin karşısında yer alan, postaneyi de ziyaret etmeniz. Oldukça heybetli ve güzel bir bina, çevrede ise çok sayıda, bakımsız da olsa estetik açıdan güzel duran, Avrupa’da bir şehirdeymişsiniz izlenimi yaratan taş binalar var. Ayrıca Sarayönü Cami’ye de şöyle bir bakabilirsiniz.

Atatürk Meydanı’ndakiKıbrıs’ın İngiliz Dönemi’nde izlerini taşıyan mahkeme binası
2- Arabahmet Mahallesi
Kimi yerleri oldukça restorasyon görmüş de olsa, çoğu sokağı oldukça bakımsız bir bölge. Fakat fotoğraf için harika kareler sunuyor. Bakımsızlıktan kastım örneğin şu:

Lefkoşa’daki bakımsız, henüz restorasyon görmemiş sokaklar, fotoğraf çekmeyi sevenler için güzel görseller sunuyor
Fakat bu bölgeyi asıl güzelleştiren ise belki de bu bakımsızlık. Örneğin, kırık dökük, yıkık binalar tek başına anlamsız gibi gelebilir fakat yarısı Rum tarafında kalan çocuk bahçeleri, şezlongunu almış kapısı önünde güneşlenen Kıbrıslı Amca ve az ötesinde kıpkırmızı ‘Girilmez’ yazısı ile demir tellerin üstünde bir yerlerden belli belirsiz haç görülen Rum tarafı, bahsettiğim binalarla ilginç görüntü kombinasyonları oluşturuyor. Bu nedenle de fotoğraf çekmeyi sevenlerin çok malzeme bulabileceğini düşünüyorum.

Lefkoşa ve Arabahmet Mahallesi
Bölgenin karakteristik özelliği ise Osmanlı Dönemi’nden kalma (16.-17.yy’da inşaa edilmiş), günümüzde bir kısmı restore edilmiş renkli panjurlu beyaz evlerr… Bol bol renkli kapı ve pencere fotoğrafı çekebilirsiniz. Bu evlerin panjurları ise evin içindeki kadınlar görülmesin diye kendine has bir yapıda ve bölgeyi belirgin şekilde farklı kılıyor.

Arabahmed’te yer alan evler
Arabahmet’te görebileceğiniz başka şeyler de var tabii sadece evlerle ve sokaklarla sınırlı değil görecekleriniz. Gelmişken çok fazla bir beklentiye girmeden , şunları da görmeyi ihmal etmeyin.
- Arabahmet Cami: Aslında 16.-17. yy’a ait bir Latin Kilise’si üzerine kurulmuş bir camii.
- Venedik Surları: Şehrin 16. yy’da inşaa edilmeye başlayan bölgeye ‘Surlariçi’ denilmesine sebebiyet veren bu surlar, Arabahmet bölgesinde yine tam fotoğraflık görüntüler sunuyor. Rum tarafına ait bir çocuk parkı var örneğin, fakat insanlar istediği gibi girip çıkabiliyor. (güzel, siyaset çocuk parkına uğramamış herhalde, anlamadım nedendir) tellerle çevrilmiş ‘diğer taraf’ ile surlar bu bölgeden kolayca görülebiliyor.

Lefkoşa’da aslen Venedik Dönemi’ne ait surlar
- Derviş Paşa Konağı: Osmanlı zamanında varlıklı bir aileye ait konak, günümüzde Etnografya Müzesi olarak kullanılıyormuş fakat ben gittiğimde restorasyondaydı. Bu arada, restorasyon bitince ziyaret etmeyi düşünenler açılış-kapanış saatlerine dikkat edin derim.
- Ermeni Kilisesi: Fazla açıklamaya gerek var mı bilmiyorum… Tipik Ermeni Kiliseler’i gibi sakin ve sade. Bu arada çevresindeki cici sokaklar ve göreceli olarak daha bakımlı duran, bazıları çeşitli vakıflara ait restorasyon görmüş evler de var.
3- Lokmacı Sınır Kapısı’nın Bulunduğu Kesim
Rum tarafına Lokmacı Sınır Kapısı’nda geçilebiliyor. Tabii ki bir TC vatandaşı için hiçbir şey ifade etmiyor bu… Yeri gelmişken duymayanlara belirteyim, TC pasaportlu bizlerin Rum tarafına geçmesi neredeyse imkansız. Kıbrıs’ın tarih ve siyasetinin detaylarına belki gireceğim ileri, ayrıntıları da veririm o zaman. (Bu arada belki diyorum çünkü ne taraftan ne tepki alacağımı bilmediğim konular barındırıyor, bildiklerimi ve derlediklerimi anlatmaya, uzun zamandır çok istekli olduğumu söyleyemem)
Lefkoşa’da Rum tarafına geçiş: TC vatandaşı olmayanalar için oldukça kolay bir mesele.
Ben de kedinin ciğere baktığı gibi diğer tarafa şöyle bir bakıp, ”amaağn neyse, çok da fifi” dedim. Konumuza dönelim…
Bu arada, yeme-içme meselesini çözüme kavuşturacağınız yerler ise yine Lokmacı Sınır Kapısı etrafında. Oldukça kalabalık, canlı ve renkli sokaklar ile yeme içme mekanları, pazarlar bu çevrede çoğunlukla.
Göreceğiniz turistik mekanlar ise genellikle Osmanlı Dönemi’ne ait ya da Osmanlı’nın adaya hakim olmasıyla Osmanlılaşmış yerler. Mutlaka atlamamanız gereken yerler ise:
Selimiye Camisi (St. Sophia Katedrali)
Camiden çok heybetli bir katedrali olduğunu o kadar geçirdiği değişime rağmen hemen anlayabiliyorsunuz. Geçmişi 12-13. yy’a dayanan, Bizanslılar’a ait bir katedral aslen. Fark ettiyseniz kilise değil katedral, yani Ortodoks Yunan inancına ait değil. Tıpkı Girne Rehberi’nde bahsettiğim Bellapais Manastırı gibi burası da Kıbrıs’ın Haçlı sefereleri sırasında Latinleşmesi ve Katolik Mezhebi ile tanışmasından doğmuş eserlerden.

Lefkoşa’daki Selimiye Camii mutlaka ziyaret edilmeli
Katedralin hemen dibinde ise Bedesten (St. Nicholas Kilisesi) bulunuyor ki bu yapı çok daha etkileyici. Çünkü tarihi 6. yy’a Lüzinyanlılar’a kadar gidiyor. Üstelik Venedik Dönemi’nde Ortodoks Metropolitanı’na bile hizmet etmiş. Osmanlı Dönemi’nde kumaş pazarı filan olarak kullanılmış. Son yıllarda ise büyük restorasyondan geçmiş ve ziyaret edilebilir durumda.

Lefkoşa’daki Tarihi Bedesten
Büyük Han
Büyük Han ile Kumarcılar Han’ı tamamen Osmanlı izleri taşıyan yapılar. Kıbrıs’taki hala ayakta kalabilen iki han bunlar oluyor. Bu arada Kumarcılar Hanı nispeten küçük olup Büyük Han’a oldukça yakın. Büyük Han’ın en büyük özelliği Bursa’daki 15.yy’a ait Koza Hanı’nın çok benzeri olmasıymış.

Lefkoşa Büyük Han
Bu hanın içinde zaman geçirmeyi ve soluklanıp çay/kahve içmeyi düşünebilirsiniz. Çok sayıda dükkanda Kıbrıs’a ait modern ve geleneksel ürünleri bulabilirsiniz. Özellikle de üst katında, dükkan önlerindeki çeşitli objeler, bitkilerle filan çok sevimli diyebilirim.
Bu bölgede, daha başka, şöyle bir bakmadan geçmeyin, zaten çok zamanınızı almayacak dediğim yerler ise:
- Kumarcılar Hanı
- Büyük Hamam
- Sultan II. Mahmut’un Kütüphanesi
- St. Catherine Katedrali (Haydar Paşa Cami)
- İplik Pazarı Bölgesi (Turunçlu (Fethiye) Cami, İplik Pazarı Cami ile birlikte)
Sadede gelirsek… Denize gireceğim filan derken zaten kalbinin tam orta yerinden kırılmış bu şehri, Lefkoşa’yı bir de siz üzmeyin ve Kıbrıs’a kadar gitmişken mutlaka ziyaret edin, özellikle de Arabahmet Mahallesi’ni ayrıntılarıyla arşınlayın ve binlerce fotoğraf çekin derim.
Son olarak da…

Bu da benim için Lefkoşa’nın en hatırda kalan karesi : Rum tarafı- şezlonglu amca ve Arabahmet Mahallesi